-Fransa'da okullarda başörtüsünün yasaklanmasının ardından Alain Badiou'nun yazdığı yazı-
BAŞÖRTÜSÜ YASASININ ARKASINDA KORKU VAR
BAŞÖRTÜSÜ YASASININ ARKASINDA KORKU VAR
1. Birkaç sempatik cumhuriyetçi kadın ve adam bir
süre önce, kız öğrencilerin başörtüsü takmasını yasaklayacak bir yasa tasarısı hazırlanması gerektiğini öne sürdü. Önce okullarda yasaklansın. Sonra başka
yerlerde ve mümkünse her yerde. Biri
‘yasa’ mı dedi? Yasa! Cumhurbaşkanı bir politikacı olarak yenilmez olduğu kadar sınırlı da. Seçmenlerin -sempatik cumhuriyetçi kadın ve erkekler tarafından toplanan büyük çoğunluğu gibi- sosyalistlerin tümünü de kapsayan, %82’si
tarafından totaliter bir şekilde seçilen Chirac onay verdi: bir yasa, evet,
bahsi geçen başörtüsüyle saçlarını örten birkaç bin genç kızın aleyhinde bir
yasa. Şu saçsız, uyuz şeyler! Müslümanlar, daha neler! İşte, Sedan’da teslim
olunması gibi, Petain gibi, Cezayir
savaşı gibi, Mitterand’ın ihanetleri ve çalışma izni olmayan işiçilere karşı
çıkarılan rezil yasalar gibi,bir kez daha Fransa dünyayı hayrete düşürdü. Onca
trajediden sonra, maskaralık.
2. Aslında Fransa sonunda mesele demeye değecek bir
mesele buldu: birkaç kızın başına doladığı eşarp. Bu ülkede çöküşün durdurulduğu
söylenebilir artık. Le Pen tarafından uzun zaman önce adı konulan ve
bugünlerde bir yığın su götürmez aydın tarafından onaylanan Müslüman istilası muhatabını
buldu. Poitiers çarpışması çocuk oyuncağıydı, Charles Marter sadece bir paralı
askerdi. Ama Chirac, sosyalistler ve islamofobyadan muzdarip Aydınlanma Çağı
entelektüelleri başörtüsü savaşını kazanacak. Poiters’den başörtüsüne, sonuç
doğru ve ilerleme kayda değer.
3. Görkemli nedenler alışılmadık tarzda argümanlar
gerektirir. Örneğin: Başörtüsü yasaklanmalıdır, o, genç kızlar veya kadınlar
üzerindeki erkek egemenliğinin (baba ve ağabey) bir emaresidir. Bu yüzden
inatla başörtüsü takan kadınları defetmeliyiz. Şöyle açıklayalım: bu kızlar ve
kadınlar baskı altında. Bu yüzden onları cezalandırmalıyız. Bu, aşağı yukarı
şunu demek gibi: ‘‘Bu kadın tecavüze uğradı, onu hapse atın.’’ Başörtüsü öyle
önemli ki yenilenmiş aksiyomlarıyla bir mantık sistemini hak ediyor.
4. Ya da, tam
tersi: başörtüsünü kendi özgür iradeleriyle takanlar onlar, şu asiler, şu
veletler! Bu yüzden cezalandırılmalılar. Dur bir dakika: nihayetinde bunun
erkek baskısının bir sembolü olmadığını mı söylüyorsun yani? Babanın ve
ağabeyin bununla bir ilgisi yok mu? O zaman başörtüsünü yasaklamak da nereden
çıktı? Başörtüsüyle ilgili sorun bariz bir biçimde dini. O veletler inançlarını
açık ediyorlar. Hey sen! Git tek ayak üzerinde bekle!
5. Baba ve ağabey baskısı ile de olsa, feministçe de
olsa başörtüsü yırtılmalı. Ya da inancının arkasında duran, kızın kendisi mi? O
zaman da ‘‘laikçe’’ yırtılmalı. Baçı açık! Her yerde! Söylendiği gibi
–gayrimüslimlerin bile söylediği gibi- herkes ‘‘baçı açık’’ dışarı çıkmalı.
6. Başörtülü kızın babasının ve ağabeyinin aslında
sadece ebeveyn olarak muhatabınız olmadığını iyice anlayın. Genellikle ima
edilir, bazen ilan edilir: Baba ahmak bir işçidir, ‘‘ülkenin dışından’’ bir
kaybeden, Renault’ta montaj bandında çalışır. Modası geçmiş bir adamdır ama
salaktır. Ağabey esrar kullanır. Modern biridir ama yozlaşmıştır. Tekinsiz
varoşlar. Tehlikeli sınıflar.
7. Müslümanların dini diğer dinlerin üzerine koyu
bir gölge düşürmüştür: Fransa’da İslam fakirlerin dinidir.
8. Kafanızda bir ortaokul müdürü canlandırın, birkaç
santimetre arkasında ellerinde makaslar ve hukuk kitaplarıyla silahlanmış bir
müfettiş mangası: okul girişinde
duracaklar ve başörtülerin, kippaların ve şapkaların ‘‘inanç simgesi’’ olup
olmadığını kontrol edecekler. O başörtüsü topuzun üzerine tünemiş bir posta
pulu büyüklüğünde mi? O kippa 2 avroluk madeni para kadar mı? Şüpheli, çok
şüpheli. Küçük bir şey büyük bir şeyin göze çarpan kısmı olabilir. Bir dakika,
ne gördüm ben? Dikkatli olun! Bu bir silindir şapka! Pekala şimdi! Bir
keresinde silindir şapkalar hakkında bir soru sorulduğunda Mallarme açıkça
söylemişti: ‘‘Böyle bir şeyi takan asla çıkaramaz. Dünyanın sonu gelebilir ama
şapkanın değil.’’ Sonsuzluk simgesi!
9. Laiklik. Paslanmaz bir ilke! Otuz ya da kırk yıl
önce liseler kız ve erkek öğrencilerin aynı sınıfta okutulmasını yasaklanmıştı.
Kızların pantolon giymesi yasaktı. İlmihal ve vaaz zorunlu derslerdi. Pazubentli adamları ve tül peçeler
arkasındaki sevimli hanımlarıyla cemaat ciddiydi. Eşarp değil, gerçek peçe. Ve
siz benim başörtüsünü bir suç olarak ele almamı mı istiyorsunuz? Hani şu geri
kalmanın, huzursuzluğun, bir geçici kenetlenmenin sembolünü? Dün ile bugünü
memnuniyetle harmanlayan o genç hanımlar dışlanmalı mı gerçekten? Devam edin,
kapitalizm çarkını çevirin. Gelenlere ve gidenlere, pişman olanlara ya da
uzaklardan yeni işçi girişlerine bakmaksızın, kapitalizm, şişman tüketim
tanrısını dinlerin ölü tanrıları yerine geçirmenin bir yolunu bulacaktır.
10. Lafı açılmışken, ticaret de bir kitle dini değil
mi? Kıyaslandığında Müslümanların sofu bir azınlık gibi göründüğü? Bu onur
kırıcı dinin inanç simgeleri de pantolonların, spor ayakkabıların, tişörtlerin
üzerinde okuduklarımız değil mi: Nike, Chevignon, Lacoste… Okullarda, birer
moda kurbanı olmak tanrının sadık hizmetkarı olmaktan daha bayağı değil mi
henüz? Ben hedefi on ikiden vuracak olsam –daha yükseği hedefleyerek- derdim ki
herkes neyin gerekli olduğunu biliyor: Markalara karşı bir yasa. İşe koyul
Chirac, ödün vermeden Kapital’in dini simgelerini hiç taviz vermeden
yasaklayalım.
11. Benim için bir şeyi açıklığa kavuşturun lütfen.
Farklı alanlarda ve farklı zamanlarda vücudunun neresinin gösterip neresinin
gösterilemeyeceği hakkındaki cumhuriyetçi ve feminist mantığı tam olarak ne
belirliyor? Anladığım kadarıyla, bugünlerde hala ve sadece okullarda değil, ne
meme uçları gösterilebiliyor, ne kasık kılları, ne de erkeklik organı. Bu
bölümler ‘‘başkalarının nazarından gizleniyor’’ diye kızmalı mıyım? Kocalardan,
sevgililerden ve ağabeylerden şüphelenmeli miyim? Sizin kendi ülkenizin kırsal
kesimlerinde –ve bugüne kadar hala diğer yerlerde olduğu gibi Sicilya’da-
dul kadınlar siyah eşarplar örter, siyah çoraplar ve şallar giyerdi. Bunu
yapmak için Müslüman bir teröristin dul kalmış eşi olmak zorunda değilsiniz.
12. Bunca feminist kadın tarafından başörtüsü örten
birkaç kıza beslenen kin tuhaf. Kötü başkan Chirac’tan, %82’lik Sovyet’ten,
başörtülülere kanun namına baskı yapmasını istediler. Ama bu sırada metalaşmış
kadın vücudu her yerde. En aşağılayıcı pornografi dünya çapında satılıyor.
Allah’ın her günü bedenin cinsel teşhiri üzerine tavsiyeler gençlik
dergilerinde yer israf ediyor.
13. Tek açıklaması var: Bir kız satacak nesi varsa
göstermelidir. Mallarını teşhir etmelidir. Bundan böyle kadın döngüsünün berdele göre değil, yaygın
modele göre olacağını göstermelidir. Sakallı babalar ve ağabeyler için çok kötü.
Yaşasın dünya pazarı! Yaygın model en moda modeldir.
14. Sadece kendi seçimi olan bir erkeğin karşısında
soyunmak zorunda olması yazılı olmayan bir kadın hakkı olarak kabul edilirdi.
Ama hayır. Her an soyunmayı ima etmek olmazsa olmazdır. Her kim piyasaya
sürdüklerinin üzerini örterse sadık bir tüccar değildir.
15. Şunu tartışalım o zaman, oldukça ilginç bir
noktayı: başörtüsü yasası katıksız
kapitalist bir yasadır. Kadınlığın teşhir edilmesini emreder. Diğer bir deyişle;
pazarlama paradigmasına göre kadın döngüsünün sağlanması zorunludur.
16. Aslında her yerde ‘‘peçe’’nin kadın cinselliği
üzerinde dayanılmaz bir kontrol olmadığı söyleniyor. Gerçekten günümüzde bizim
toplumumuzda kadın cinselliğinin kontrol altında olmadığına inanıyor musunuz?
Bu naiflik Foucault’yu güldürürdü. Hiçbir zaman kadın cinselliğine bu kadar çok
özen gösterilmedi, ayrıntıya bu kadar
çok dikkat edilmedi, bu kadar bilgili tavsiyede bulunulmadı, iyi ve kötü
kullanımları arasında bu kadar çok ayrıma gidilmedi. Haz netameli bir
zorunluluk haline geldi. Güya heyecan verici vücut bölümlerinin evrensel
teşhiri Kant’ın ahlaki buyruğundan daha katı bir yükümlülüktür. Sırası
gelmişken; tabletlerimizin ‘‘Tadını çıkarın hanımlar!’’ıyla
büyük-büyükannelerimizin ‘‘zevk almak yok!’’ ları arasında, Lacan uzun zaman
önce bir izomorfizm kurmuştu. Ticari egemenlik, ataerkil egemenliğin hiç olamadığı
kadar daimi, kesin ve kitleseldir. Yaygın fuhuş döngüsü, ailenin özgürlüğü
kısıtlamasından, Antik Yunan komedisinden Moliere’e kadar izleyici gülmekten
alıkoyan rüculardan daha hızlı ve şaşmazdır.
17. Anne ve fahişe. Bazı ülkelerde gerici yasalar annenin
lehinde, fahişenin aleyhinde tasarlanır. Diğer bazı ülkelerde ilerici yasalar fahişenin
lehinde annenin aleyhinde tasarlanmıştır. Ama reddedilmesi gereken bu ikisi
dışındaki alternatiftir.
18. Ama bu
alternatif, meydan okuduğu şeyi tarafsız bir zeminde sadece devam ettiren ‘‘ne
o ne de bu’’ mantığı da değildir. Açıkça abes bir karşılaştırma olan ‘‘ne
fahişe, ne itaatkâr’’da olduğu gibi: Genellikle itaatkar olan ‘‘fahişe’’ değil
midir, fazla mı oldum? Geçmişte Fransa’da onlara ‘‘les respectueuses’’ (dost)
denirdi. Bir bütün olarak ele alındığında; kamu itaatkârı.
19. İnkâr etmenin yolu yok: Bugün düşüncenin düşmanı
mülktür, iştir, nefs gibi şeylerdir ama inanç değildir. Bunun yerine söylenmesi
gereken, en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin [politik] inanç olduğudur. ‘‘Kökten dinciliğin yükselişi’’ doymuş
batılıların, üzerinde yönettikleri zihinlerin yıkımının korkutucu etkilerini
gördükleri bir aynadan başka bir şey değildir. Ve özellikle ehemmiyetsiz
demokrasilerin paravanı altında ya da uçaklardan attıkları büyük insani yardım
kolileriyle Batılıların her yerde kurmaya kalkıştığı politik düşüncenin
yıkımının etkilerini. Bu şartlar altında, farklı anlayış biçimleri sağlama
görevinde olduğunu iddia eden laiklik, rekabet gözetmeye, Batı normlarına göre
eğitmeye ve her inanca karşı düşmanca tavır takınmaya sebep olacak bir akademik
kuraldan başka bir şey değildir.
20. Kimse feminizmin
tek başına ilerlemesine ayılıp bayılmaz. Kadınların özgürleşmesiyle başlayarak,
bugünlerde de feminizm şunu iddia ediyor: edinilen ‘‘özgürlük’’ o kadar
mecburidir ki sadece giyim kuşamlarına bakılarak kızların (ve tek bir erkeğin
bile değil) dışlanmasını gerektirir.
21. ‘‘Cemaatler’’le
ilgili toplum jargonunun tümü, ve bu ‘‘Cumhuriyet’in’’ ‘‘cemaatçiliklere’’
karşı öfkeyle siper alması kadar metafizikseldir, tüm bunlar deli saçması.
Bırakın insanlar istedikleri gibi yaşasınlar ya da yaşayabildikleri gibi, ne yiyorlarsa
onu yesinler, türbanlarını, elbiselerini, mini eteklerini, tesettürlerini, step
ayakkabılarını giyebilsinler, ki istedikleri zaman gevşeyebilsinler,
birbirlerinin rahat fotoğraflarını çekip renkli jargonlarla konuşabilsinler.
Onlar dünya kapsamının dışındalar. Ne bir düşünceyi engellerler ne de
desteklerler. Onlara saygı duymak ya da onları tenkit etmek için bir sebep de
yok. Adı üstünde ‘‘öteki’’nin biraz farklı yaşaması –ihtiyatlı ilahiyat ve
portatif ahlak hayranlarının Lévinas’ın arkasından söylemeye alışık oldukları
gibi- herhangi bir gözlemi anlamsız kılacak kadar açıktır.
22. İnsan denen
hayvanların kökenlerine göre gruplaştığı gerçeğine gelince, bu, göçmenlerin
Fransa’ya geldiklerinde karşılaştıkları berbat koşulların en sık olanlarının
doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Sadece kuzen ya da yakın köylü hemşeri,
ister istemez, sizi Saint-Ouen-l'Aumône’da
bir banliyö evinde karşılayabilir. Birinin Çinlilerin Çinlilerin olduğu yere
gideceğini resmen belirtmesi için gerçekten salak olması gerekir.
23. Bu ‘‘kültürel farklılıklar’’ ve ‘‘cemaatler’’ göz önünde
bulundurulduğunda elbette tek sorun onların toplumsal varlığı, yaşam alanı,
işi, ailesi veya okulu değildir. Doğruyu söylemek gerekirse asıl sorun
isimlerinin belki sanatta, belki bilimde, aşkta ve özellikle politikada yer
işgal ediyor olmasıdır. Bir insan olarak benim hayatımın özelliklerle örülü
olması eşyanın kanunudur. Bu özellik kategorilerinin evrensellik iddiasında
olması, bu suretle konunun ciddiyetini üzerlerine alıyor olmaları, işte felaket
burada başlıyor. Önemli olan fiillerin ayrılmasıdır. Sarı iç çamaşırıyla
matematik çalışabilirim ya da rastalı saçlarımla seçim demokrasisinden
çıkarılmış politikalar için aktivist olarak çalışabilirim. Kuram, altında
toplandığımız korkulardan örülü slogandan daha ürkek (ya da cesur) değil. Ya da
slogan saçı rastalıların alınmamasını içermiyor.
24. Birkaç kızın tesettürü gibi ehemmiyetsiz bir husus
yüzünden eğitimin ciddi bir tehdit altında olduğu söyleniyor. İşte bu his,
gerçeğin orada dönen şeyle bir ilgisi olmadığı şüphesini uyandırıyor. Bunun
yerine fikirler buluyoruz, tabana yönelik ve muhafazakar fikirler.
Politikacıların ve aydınların eğitimin ilk ve en önemli amacının ‘‘vatandaşları
eğitmek’’ olduğunu ifade ederken görülmeleri gerekmiyor muydu? Ne iç karartıcı
bir program! Bizim zamanımızda ‘‘vatandaş’’ politik sistemde –herhangi bir
şekilde doğruyu görmesi açıkça yasaklanmış- şehvet tuzağıyla yakalanmış bir
avdır.
25. Sıkıca sarılmış topuzları, yüzlerindeki ciddi ifadeleriyle, azimle
çalışan, bu Cezayir, Fas, Tunus kökenli kızların sayısının, hem yüksek hem de düşük mevkilerde, birkaç Çinliyle, ki
onlar da dünya ailesine daha az bağlı değillerdir, dolacağını düşünmüş olmamız gerekmez miydi, üstün sınıf beyinler? Bugünlerde
düşünmek çok fazla fedakârlık gerektiriyor. Ve bunun sonu pekala Sovyet
Chirac’ın yasasının bazı harika öğrencileri bağıra çağıra okuldan kovmasına
kadar varabilir.
26. ‘‘Sınırsız eğlence’’. 1968’in bu aptal mottosu bilgi arabasının
gazına hiç basmadı. Belli bir doz, derindeki sebebi Freud’dan beri biline
gelen, zahitlik, tedrisat alanına yabancı değildir. Geçerli hakikatlerin en az
birkaç kabataslak parçası oradan su yüzüne çıkmıştır. Öyle ki, sonunda
başörtüsünün yararlı olduğu ortaya çıkabilir. Yurtseverlik, çıraklığın sert
içkisi, ortada yokken, her tür idealizm hatta bayağı olanlar bile sıcak karşılanıyordu
– en azından okul nesnesinin tüketici-vatandaşlar ‘‘yetiştirmek’’le biraz
ilgisi olduğunu düşünenler tarafından.
27. İşin aslı, başörtüsü yasası tek bir şey ifade eder: korku. Genelde
Batılılar, özelde Fransız’lar korkudan titreyen bir çokluktan başka şey değil.
Neden korkuyorlar? Her zaman olduğu gibi, barbarlardan. İçeridekilerden, mesela
‘‘varoşlardan bir genç’’lerden; dışarıdakilerden, mesela ‘‘İslamcı
terörist’’lerden. Niçin korkuyorlar? Çünkü suçlular ama masum olduklarını iddia
ediyorlar. -1980’lerden bu yana- özgürleştirici politikaların hiçbir türünü,
devrimci Aklın hiçbir biçimini ve başka şeylere yönelik hiçbir gerçek savı
tanımadıkları ve yok etmeye çalıştıkları için suçlular. Alçak ayrıcalıklar peşinde
koştukları için suçlular. Satın aldıkları çeşit çeşit şeyle oynayan birer
çocuktan başka bir şey olmadıkları için suçlular. Evet, aslında ‘‘uzun bir
çocuklukta yaşlandırıldılar’’. Bu yüzden daha az yaşlı olan her şeyden
korkuyorlar. Mesela inatçı bir genç hanımdan.
28. Ama genelde Batılılar, özelde Fransızlar bilhassa ölümden
korkuyorlar. Bir Fikrin nasıl olup da uğruna riskler alınabilecek bir şey
olduğunu hayal etmekten acizler artık. ‘‘Sıfır ölüm’’ en önemli arzuları. Kendi
açılarından bakınca, tüm dünyada ölümden korkmak için hiçbir sebebi olmayan
milyonlarca insan görüyorlar. Ve bunların arasında pek çoğu bir Fikir adına
neredeyse her gün ölüyorlar. ‘‘Uygar’’ insanlar için bu en yakın dehşet
duygusunun kaynağı.
29. Birilerinin uğruna ölmeye hazır olduğu Fikirlerin buna değmeyeceğinin
elbette farkındayım. Tanrıların uzun zaman önce çekip gittiğine inanmış biri
olarak, ne zaman genç erkekler ve genç kadınlar uzun zamandır var olmayan bir
şeyin şahadet çağrısına uyarak korkunç katliamlarda bedenlerini parçalara
ayırsalar kederleniyorum. Bu korku salan ‘‘şehitler’’in, katletmek istedikleri
insanlar için çok da fazla endişelenmeyen suikastçılar tarafından birer araç
haline getirildiklerinin de farkındayım. Bin Ladin’in Amerikan servislerinin
ajanı olduğu hiçbir zaman yeterince tekrar edilmiş olmayacak. Ne saflığa, ne
azamete ne de bu intihar saldırılarının yararlılığına, ya da her neyineyse, inanacak
kadar naif değilim.
30. Ama bu acımasız bedelin Batının hâkimlerine, siyasi gerçekliğin her
formunun son zerresine kadar yıkımıyla ödetilenlerin ilki olduğunu söylüyorum.
Bu mesele, özellikle Fransa’da, entelektüellerin ve halkın suç ortaklığıyla
doğuruldu. Devrim Fikrini hafızasına varana kadar şiddetle tasfiye etmek mi istiyorsunuz?
‘‘İşçi’’ kelimesinin tüm kullanımlarının, hatta kinayeli olanlarının bile
kökünü kazımak mı istiyorsunuz? O zaman sonuçtan şikayet etmeyeceksiniz.
Dişlerinizi sıkın ve yoksulları öldürün. Ya da Amerikalı dostlarınıza öldürtün.
31. Hak ettiğimiz savaşları yaşadık. Acıyla uyuşmuş bu dünyada, büyük
gangsterler acımasızca ülkeleri bombalayıp kan gölüne çevirdiler. Vasat
gangsterler kendilerini rahatsız edenlere karşı suikastlar hedeflediler. Başörtüsüne
karşı yasalar tasarlayanlarsa gerçekten küçük üçkâğıtçılar.
32. O kadar da ciddi bir şey olmadığını söyleyecekler. Emin olun. Tarihin
son mahkemesinden önce kendimize hafifletici sebepler bulacağız: ‘‘Bir saç
şekillendirme uzmanı olarak, skandalda sadece küçük bir rol oynadı.’’
Fransızca'dan çeviren: Norman Madarazs ( http://zinelibrary.info/files/badiou-hijab-imposed.pdf )
İngilizce'den çevirerek olayın suyunu çıkaran: bendeniz