25 Eylül 2012 Salı

BAŞÖRTÜSÜ YASASININ ARKASINDA KORKU VAR - Alain Badiou

-Fransa'da okullarda başörtüsünün yasaklanmasının ardından Alain Badiou'nun yazdığı yazı-

BAŞÖRTÜSÜ YASASININ ARKASINDA KORKU VAR
1. Birkaç sempatik cumhuriyetçi kadın ve adam bir süre önce, kız öğrencilerin başörtüsü takmasını yasaklayacak bir yasa tasarısı hazırlanması gerektiğini öne sürdü. Önce okullarda yasaklansın. Sonra başka yerlerde ve mümkünse her yerde.  Biri ‘yasa’ mı dedi? Yasa! Cumhurbaşkanı bir politikacı olarak yenilmez olduğu kadar sınırlı da.  Seçmenlerin -sempatik cumhuriyetçi kadın ve erkekler tarafından toplanan büyük çoğunluğu gibi- sosyalistlerin tümünü de kapsayan, %82’si tarafından totaliter bir şekilde seçilen Chirac onay verdi: bir yasa, evet, bahsi geçen başörtüsüyle saçlarını örten birkaç bin genç kızın aleyhinde bir yasa. Şu saçsız, uyuz şeyler! Müslümanlar, daha neler! İşte, Sedan’da teslim olunması gibi, Petain gibi,  Cezayir savaşı gibi, Mitterand’ın ihanetleri ve çalışma izni olmayan işiçilere karşı çıkarılan rezil yasalar gibi,bir kez daha Fransa dünyayı hayrete düşürdü. Onca trajediden sonra, maskaralık.
2. Aslında Fransa sonunda mesele demeye değecek bir mesele buldu: birkaç kızın başına doladığı eşarp. Bu ülkede çöküşün durdurulduğu söylenebilir artık. Le Pen tarafından uzun zaman önce adı konulan ve bugünlerde bir yığın su götürmez aydın tarafından onaylanan Müslüman istilası muhatabını buldu. Poitiers çarpışması çocuk oyuncağıydı, Charles Marter sadece bir paralı askerdi. Ama Chirac, sosyalistler ve islamofobyadan muzdarip Aydınlanma Çağı entelektüelleri başörtüsü savaşını kazanacak. Poiters’den başörtüsüne, sonuç doğru ve ilerleme kayda değer.
3. Görkemli nedenler alışılmadık tarzda argümanlar gerektirir. Örneğin: Başörtüsü yasaklanmalıdır, o, genç kızlar veya kadınlar üzerindeki erkek egemenliğinin (baba ve ağabey) bir emaresidir. Bu yüzden inatla başörtüsü takan kadınları defetmeliyiz. Şöyle açıklayalım: bu kızlar ve kadınlar baskı altında. Bu yüzden onları cezalandırmalıyız. Bu, aşağı yukarı şunu demek gibi: ‘‘Bu kadın tecavüze uğradı, onu hapse atın.’’ Başörtüsü öyle önemli ki yenilenmiş aksiyomlarıyla bir mantık sistemini hak ediyor.
4.  Ya da, tam tersi: başörtüsünü kendi özgür iradeleriyle takanlar onlar, şu asiler, şu veletler! Bu yüzden cezalandırılmalılar. Dur bir dakika: nihayetinde bunun erkek baskısının bir sembolü olmadığını mı söylüyorsun yani? Babanın ve ağabeyin bununla bir ilgisi yok mu? O zaman başörtüsünü yasaklamak da nereden çıktı? Başörtüsüyle ilgili sorun bariz bir biçimde dini. O veletler inançlarını açık ediyorlar. Hey sen! Git tek ayak üzerinde bekle!
5. Baba ve ağabey baskısı ile de olsa, feministçe de olsa başörtüsü yırtılmalı. Ya da inancının arkasında duran, kızın kendisi mi? O zaman da ‘‘laikçe’’ yırtılmalı. Baçı açık! Her yerde! Söylendiği gibi –gayrimüslimlerin bile söylediği gibi- herkes ‘‘baçı açık’’ dışarı çıkmalı.
6. Başörtülü kızın babasının ve ağabeyinin aslında sadece ebeveyn olarak muhatabınız olmadığını iyice anlayın. Genellikle ima edilir, bazen ilan edilir: Baba ahmak bir işçidir, ‘‘ülkenin dışından’’ bir kaybeden, Renault’ta montaj bandında çalışır. Modası geçmiş bir adamdır ama salaktır. Ağabey esrar kullanır. Modern biridir ama yozlaşmıştır. Tekinsiz varoşlar. Tehlikeli sınıflar.
7. Müslümanların dini diğer dinlerin üzerine koyu bir gölge düşürmüştür: Fransa’da İslam fakirlerin dinidir.
8. Kafanızda bir ortaokul müdürü canlandırın, birkaç santimetre arkasında ellerinde makaslar ve hukuk kitaplarıyla silahlanmış bir müfettiş mangası:  okul girişinde duracaklar ve başörtülerin, kippaların ve şapkaların ‘‘inanç simgesi’’ olup olmadığını kontrol edecekler. O başörtüsü topuzun üzerine tünemiş bir posta pulu büyüklüğünde mi? O kippa 2 avroluk madeni para kadar mı? Şüpheli, çok şüpheli. Küçük bir şey büyük bir şeyin göze çarpan kısmı olabilir. Bir dakika, ne gördüm ben? Dikkatli olun! Bu bir silindir şapka! Pekala şimdi! Bir keresinde silindir şapkalar hakkında bir soru sorulduğunda Mallarme açıkça söylemişti: ‘‘Böyle bir şeyi takan asla çıkaramaz. Dünyanın sonu gelebilir ama şapkanın değil.’’ Sonsuzluk simgesi!
9. Laiklik. Paslanmaz bir ilke! Otuz ya da kırk yıl önce liseler kız ve erkek öğrencilerin aynı sınıfta okutulmasını yasaklanmıştı. Kızların pantolon giymesi yasaktı. İlmihal ve vaaz zorunlu derslerdi.  Pazubentli adamları ve tül peçeler arkasındaki sevimli hanımlarıyla cemaat ciddiydi. Eşarp değil, gerçek peçe. Ve siz benim başörtüsünü bir suç olarak ele almamı mı istiyorsunuz? Hani şu geri kalmanın, huzursuzluğun, bir geçici kenetlenmenin sembolünü? Dün ile bugünü memnuniyetle harmanlayan o genç hanımlar dışlanmalı mı gerçekten? Devam edin, kapitalizm çarkını çevirin. Gelenlere ve gidenlere, pişman olanlara ya da uzaklardan yeni işçi girişlerine bakmaksızın, kapitalizm, şişman tüketim tanrısını dinlerin ölü tanrıları yerine geçirmenin bir yolunu bulacaktır.
10. Lafı açılmışken, ticaret de bir kitle dini değil mi? Kıyaslandığında Müslümanların sofu bir azınlık gibi göründüğü? Bu onur kırıcı dinin inanç simgeleri de pantolonların, spor ayakkabıların, tişörtlerin üzerinde okuduklarımız değil mi: Nike, Chevignon, Lacoste… Okullarda, birer moda kurbanı olmak tanrının sadık hizmetkarı olmaktan daha bayağı değil mi henüz? Ben hedefi on ikiden vuracak olsam –daha yükseği hedefleyerek- derdim ki herkes neyin gerekli olduğunu biliyor: Markalara karşı bir yasa. İşe koyul Chirac, ödün vermeden Kapital’in dini simgelerini hiç taviz vermeden yasaklayalım.
11. Benim için bir şeyi açıklığa kavuşturun lütfen. Farklı alanlarda ve farklı zamanlarda vücudunun neresinin gösterip neresinin gösterilemeyeceği hakkındaki cumhuriyetçi ve feminist mantığı tam olarak ne belirliyor? Anladığım kadarıyla, bugünlerde hala ve sadece okullarda değil, ne meme uçları gösterilebiliyor, ne kasık kılları, ne de erkeklik organı. Bu bölümler ‘‘başkalarının nazarından gizleniyor’’ diye kızmalı mıyım? Kocalardan, sevgililerden ve ağabeylerden şüphelenmeli miyim? Sizin kendi ülkenizin kırsal kesimlerinde –ve bugüne kadar hala diğer yerlerde olduğu gibi Sicilya’da- dul kadınlar siyah eşarplar örter, siyah çoraplar ve şallar giyerdi. Bunu yapmak için Müslüman bir teröristin dul kalmış eşi olmak zorunda değilsiniz.
12. Bunca feminist kadın tarafından başörtüsü örten birkaç kıza beslenen kin tuhaf. Kötü başkan Chirac’tan, %82’lik Sovyet’ten, başörtülülere kanun namına baskı yapmasını istediler. Ama bu sırada metalaşmış kadın vücudu her yerde. En aşağılayıcı pornografi dünya çapında satılıyor. Allah’ın her günü bedenin cinsel teşhiri üzerine tavsiyeler gençlik dergilerinde yer israf ediyor.
13. Tek açıklaması var: Bir kız satacak nesi varsa göstermelidir. Mallarını teşhir etmelidir. Bundan böyle kadın döngüsünün berdele göre değil, yaygın modele göre olacağını göstermelidir.  Sakallı babalar ve ağabeyler için çok kötü. Yaşasın dünya pazarı! Yaygın model en moda modeldir.
14. Sadece kendi seçimi olan bir erkeğin karşısında soyunmak zorunda olması yazılı olmayan bir kadın hakkı olarak kabul edilirdi. Ama hayır. Her an soyunmayı ima etmek olmazsa olmazdır. Her kim piyasaya sürdüklerinin üzerini örterse sadık bir tüccar değildir.
15. Şunu tartışalım o zaman, oldukça ilginç bir noktayı:  başörtüsü yasası katıksız kapitalist bir yasadır. Kadınlığın teşhir edilmesini emreder. Diğer bir deyişle; pazarlama paradigmasına göre kadın döngüsünün sağlanması zorunludur.
16. Aslında her yerde ‘‘peçe’’nin kadın cinselliği üzerinde dayanılmaz bir kontrol olmadığı söyleniyor. Gerçekten günümüzde bizim toplumumuzda kadın cinselliğinin kontrol altında olmadığına inanıyor musunuz? Bu naiflik Foucault’yu güldürürdü. Hiçbir zaman kadın cinselliğine bu kadar çok özen gösterilmedi,  ayrıntıya bu kadar çok dikkat edilmedi, bu kadar bilgili tavsiyede bulunulmadı, iyi ve kötü kullanımları arasında bu kadar çok ayrıma gidilmedi. Haz netameli bir zorunluluk haline geldi. Güya heyecan verici vücut bölümlerinin evrensel teşhiri Kant’ın ahlaki buyruğundan daha katı bir yükümlülüktür. Sırası gelmişken; tabletlerimizin ‘‘Tadını çıkarın hanımlar!’’ıyla büyük-büyükannelerimizin ‘‘zevk almak yok!’’ ları arasında, Lacan uzun zaman önce bir izomorfizm kurmuştu. Ticari egemenlik, ataerkil egemenliğin hiç olamadığı kadar daimi, kesin ve kitleseldir. Yaygın fuhuş döngüsü, ailenin özgürlüğü kısıtlamasından, Antik Yunan komedisinden Moliere’e kadar izleyici gülmekten alıkoyan rüculardan daha hızlı ve şaşmazdır.
17. Anne ve fahişe. Bazı ülkelerde gerici yasalar annenin lehinde, fahişenin aleyhinde tasarlanır. Diğer bazı ülkelerde ilerici yasalar fahişenin lehinde annenin aleyhinde tasarlanmıştır. Ama reddedilmesi gereken bu ikisi dışındaki alternatiftir.
18.  Ama bu alternatif, meydan okuduğu şeyi tarafsız bir zeminde sadece devam ettiren ‘‘ne o ne de bu’’ mantığı da değildir. Açıkça abes bir karşılaştırma olan ‘‘ne fahişe, ne itaatkâr’’da olduğu gibi: Genellikle itaatkar olan ‘‘fahişe’’ değil midir, fazla mı oldum? Geçmişte Fransa’da onlara ‘‘les respectueuses’’ (dost) denirdi. Bir bütün olarak ele alındığında; kamu itaatkârı.
19. İnkâr etmenin yolu yok: Bugün düşüncenin düşmanı mülktür, iştir, nefs gibi şeylerdir ama inanç değildir. Bunun yerine söylenmesi gereken, en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin [politik] inanç olduğudur. ‘‘Kökten dinciliğin yükselişi’’ doymuş batılıların, üzerinde yönettikleri zihinlerin yıkımının korkutucu etkilerini gördükleri bir aynadan başka bir şey değildir. Ve özellikle ehemmiyetsiz demokrasilerin paravanı altında ya da uçaklardan attıkları büyük insani yardım kolileriyle Batılıların her yerde kurmaya kalkıştığı politik düşüncenin yıkımının etkilerini. Bu şartlar altında, farklı anlayış biçimleri sağlama görevinde olduğunu iddia eden laiklik, rekabet gözetmeye, Batı normlarına göre eğitmeye ve her inanca karşı düşmanca tavır takınmaya sebep olacak bir akademik kuraldan başka bir şey değildir.
20. Kimse feminizmin tek başına ilerlemesine ayılıp bayılmaz. Kadınların özgürleşmesiyle başlayarak, bugünlerde de feminizm şunu iddia ediyor: edinilen ‘‘özgürlük’’ o kadar mecburidir ki sadece giyim kuşamlarına bakılarak kızların (ve tek bir erkeğin bile değil) dışlanmasını gerektirir.
21. ‘‘Cemaatler’’le ilgili toplum jargonunun tümü, ve bu ‘‘Cumhuriyet’in’’ ‘‘cemaatçiliklere’’ karşı öfkeyle siper alması kadar metafizikseldir, tüm bunlar deli saçması. Bırakın insanlar istedikleri gibi yaşasınlar ya da yaşayabildikleri gibi, ne yiyorlarsa onu yesinler, türbanlarını, elbiselerini, mini eteklerini, tesettürlerini, step ayakkabılarını giyebilsinler, ki istedikleri zaman gevşeyebilsinler, birbirlerinin rahat fotoğraflarını çekip renkli jargonlarla konuşabilsinler. Onlar dünya kapsamının dışındalar. Ne bir düşünceyi engellerler ne de desteklerler. Onlara saygı duymak ya da onları tenkit etmek için bir sebep de yok. Adı üstünde ‘‘öteki’’nin biraz farklı yaşaması –ihtiyatlı ilahiyat ve portatif ahlak hayranlarının Lévinas’ın arkasından söylemeye alışık oldukları gibi- herhangi bir gözlemi anlamsız kılacak kadar açıktır.
22. İnsan denen hayvanların kökenlerine göre gruplaştığı gerçeğine gelince, bu, göçmenlerin Fransa’ya geldiklerinde karşılaştıkları berbat koşulların en sık olanlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Sadece kuzen ya da yakın köylü hemşeri, ister istemez, sizi Saint-Ouen-l'Aumône’da bir banliyö evinde karşılayabilir. Birinin Çinlilerin Çinlilerin olduğu yere gideceğini resmen belirtmesi için gerçekten salak olması gerekir.
23. Bu ‘‘kültürel farklılıklar’’ ve ‘‘cemaatler’’ göz önünde bulundurulduğunda elbette tek sorun onların toplumsal varlığı, yaşam alanı, işi, ailesi veya okulu değildir. Doğruyu söylemek gerekirse asıl sorun isimlerinin belki sanatta, belki bilimde, aşkta ve özellikle politikada yer işgal ediyor olmasıdır. Bir insan olarak benim hayatımın özelliklerle örülü olması eşyanın kanunudur. Bu özellik kategorilerinin evrensellik iddiasında olması, bu suretle konunun ciddiyetini üzerlerine alıyor olmaları, işte felaket burada başlıyor. Önemli olan fiillerin ayrılmasıdır. Sarı iç çamaşırıyla matematik çalışabilirim ya da rastalı saçlarımla seçim demokrasisinden çıkarılmış politikalar için aktivist olarak çalışabilirim. Kuram, altında toplandığımız korkulardan örülü slogandan daha ürkek (ya da cesur) değil. Ya da slogan saçı rastalıların alınmamasını içermiyor.
24. Birkaç kızın tesettürü gibi ehemmiyetsiz bir husus yüzünden eğitimin ciddi bir tehdit altında olduğu söyleniyor. İşte bu his, gerçeğin orada dönen şeyle bir ilgisi olmadığı şüphesini uyandırıyor. Bunun yerine fikirler buluyoruz, tabana yönelik ve muhafazakar fikirler. Politikacıların ve aydınların eğitimin ilk ve en önemli amacının ‘‘vatandaşları eğitmek’’ olduğunu ifade ederken görülmeleri gerekmiyor muydu? Ne iç karartıcı bir program! Bizim zamanımızda ‘‘vatandaş’’ politik sistemde –herhangi bir şekilde doğruyu görmesi açıkça yasaklanmış- şehvet tuzağıyla yakalanmış bir avdır.
25. Sıkıca sarılmış topuzları, yüzlerindeki ciddi ifadeleriyle, azimle çalışan, bu Cezayir, Fas, Tunus kökenli kızların sayısının, hem yüksek hem de düşük mevkilerde, birkaç Çinliyle, ki onlar da dünya ailesine daha az bağlı değillerdir, dolacağını düşünmüş olmamız gerekmez miydi, üstün sınıf beyinler? Bugünlerde düşünmek çok fazla fedakârlık gerektiriyor. Ve bunun sonu pekala Sovyet Chirac’ın yasasının bazı harika öğrencileri bağıra çağıra okuldan kovmasına kadar varabilir.
26. ‘‘Sınırsız eğlence’’. 1968’in bu aptal mottosu bilgi arabasının gazına hiç basmadı. Belli bir doz, derindeki sebebi Freud’dan beri biline gelen, zahitlik, tedrisat alanına yabancı değildir. Geçerli hakikatlerin en az birkaç kabataslak parçası oradan su yüzüne çıkmıştır. Öyle ki, sonunda başörtüsünün yararlı olduğu ortaya çıkabilir. Yurtseverlik, çıraklığın sert içkisi, ortada yokken, her tür idealizm hatta bayağı olanlar bile sıcak karşılanıyordu – en azından okul nesnesinin tüketici-vatandaşlar ‘‘yetiştirmek’’le biraz ilgisi olduğunu düşünenler tarafından.
27. İşin aslı, başörtüsü yasası tek bir şey ifade eder: korku. Genelde Batılılar, özelde Fransız’lar korkudan titreyen bir çokluktan başka şey değil. Neden korkuyorlar? Her zaman olduğu gibi, barbarlardan. İçeridekilerden, mesela ‘‘varoşlardan bir genç’’lerden; dışarıdakilerden, mesela ‘‘İslamcı terörist’’lerden. Niçin korkuyorlar? Çünkü suçlular ama masum olduklarını iddia ediyorlar. -1980’lerden bu yana- özgürleştirici politikaların hiçbir türünü, devrimci Aklın hiçbir biçimini ve başka şeylere yönelik hiçbir gerçek savı tanımadıkları ve yok etmeye çalıştıkları için suçlular. Alçak ayrıcalıklar peşinde koştukları için suçlular. Satın aldıkları çeşit çeşit şeyle oynayan birer çocuktan başka bir şey olmadıkları için suçlular. Evet, aslında ‘‘uzun bir çocuklukta yaşlandırıldılar’’. Bu yüzden daha az yaşlı olan her şeyden korkuyorlar. Mesela inatçı bir genç hanımdan.
28. Ama genelde Batılılar, özelde Fransızlar bilhassa ölümden korkuyorlar. Bir Fikrin nasıl olup da uğruna riskler alınabilecek bir şey olduğunu hayal etmekten acizler artık. ‘‘Sıfır ölüm’’ en önemli arzuları. Kendi açılarından bakınca, tüm dünyada ölümden korkmak için hiçbir sebebi olmayan milyonlarca insan görüyorlar. Ve bunların arasında pek çoğu bir Fikir adına neredeyse her gün ölüyorlar. ‘‘Uygar’’ insanlar için bu en yakın dehşet duygusunun kaynağı.
29. Birilerinin uğruna ölmeye hazır olduğu Fikirlerin buna değmeyeceğinin elbette farkındayım. Tanrıların uzun zaman önce çekip gittiğine inanmış biri olarak, ne zaman genç erkekler ve genç kadınlar uzun zamandır var olmayan bir şeyin şahadet çağrısına uyarak korkunç katliamlarda bedenlerini parçalara ayırsalar kederleniyorum. Bu korku salan ‘‘şehitler’’in, katletmek istedikleri insanlar için çok da fazla endişelenmeyen suikastçılar tarafından birer araç haline getirildiklerinin de farkındayım. Bin Ladin’in Amerikan servislerinin ajanı olduğu hiçbir zaman yeterince tekrar edilmiş olmayacak. Ne saflığa, ne azamete ne de bu intihar saldırılarının yararlılığına, ya da her neyineyse, inanacak kadar naif değilim.
30. Ama bu acımasız bedelin Batının hâkimlerine, siyasi gerçekliğin her formunun son zerresine kadar yıkımıyla ödetilenlerin ilki olduğunu söylüyorum. Bu mesele, özellikle Fransa’da, entelektüellerin ve halkın suç ortaklığıyla doğuruldu. Devrim Fikrini hafızasına varana kadar şiddetle tasfiye etmek mi istiyorsunuz? ‘‘İşçi’’ kelimesinin tüm kullanımlarının, hatta kinayeli olanlarının bile kökünü kazımak mı istiyorsunuz? O zaman sonuçtan şikayet etmeyeceksiniz. Dişlerinizi sıkın ve yoksulları öldürün. Ya da Amerikalı dostlarınıza öldürtün.
31. Hak ettiğimiz savaşları yaşadık. Acıyla uyuşmuş bu dünyada, büyük gangsterler acımasızca ülkeleri bombalayıp kan gölüne çevirdiler. Vasat gangsterler kendilerini rahatsız edenlere karşı suikastlar hedeflediler. Başörtüsüne karşı yasalar tasarlayanlarsa gerçekten küçük üçkâğıtçılar.
32. O kadar da ciddi bir şey olmadığını söyleyecekler. Emin olun. Tarihin son mahkemesinden önce kendimize hafifletici sebepler bulacağız: ‘‘Bir saç şekillendirme uzmanı olarak, skandalda sadece küçük bir rol oynadı.’’


Fransızca'dan çeviren: Norman Madarazs ( http://zinelibrary.info/files/badiou-hijab-imposed.pdf )
İngilizce'den çevirerek olayın suyunu çıkaran: bendeniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder